Giriş

DAVA HAKKINDA (BİLGİ NOTU)

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt
"ANKARA HOPA OLAYLARI DAVASI" HAKKINDA
BİLGİ NOTU
Davanın Dayandığı Maddi Olay
31 MAYIS 2011
Demokratik bir rejimi ve siyasal hakların hem varlık nedeni, hem de temel gereği olarak ele alınabilecek olan, ülke yurttaşlarının ülke yöneticilerini ve icraatlarını eleştirme, protesto etme, karşı söz ve düşünce açıklamasında bulunma hakkı, ne yazık ki ülkemizde giderek yok sayılmakta, daha da önemlisi bir suç olarak değerlendirilmekte ve doğrudan devletin zor aygıtlarının hedefi kılınmaktadır. Bu gerçeği yakın zamanda en acı biçimde tecrübe edenler ise, Karadeniz'in küçük bir ilçesinde yaşayanlar oldu.

Bilindiği üzere geride kalan genel seçimler sürecinde 31.05.2011 tarihinde, iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) genel başkanı ve başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Artvin İli Hopa İlçesi'nde bir miting gerçekleştirmek istedi. Başta Karadeniz bölgesinde uygulanmak istenen Hidroelektrik Santralleri (HES) inşaatları olmak üzere, bu partinin kimi icraatlarına yönelik haklı tepkilerini ve taleplerini ortaya koymak isteyen Hopa halkı, miting öncesinde “Su haktır satılamaz- Hopa Derelerini Koruma Platformu” pankartı arkasında toplandı. Kimi binalara pankart ve dövizler astı. İçeriği suç teşkil etmeyen bu pankart ve dövizleri keyfi biçimde kaldırmak isteyen, henüz pankart arkasında horona duran  halka gaz bombaları ve coplarla saldıran kolluk güçleri ile yaşanan gerilim büyüdü. Kolluk güçlerinin Hopa halkına yönelik şiddetli saldırısı Metin Lokumcu adlı bir emekli öğretmenin yaşamını yitirmesine ve Hopa'da aylarca sürecek fiili bir sıkıyönetim uygulamasına evrildi.
Yaşanan bu olaylar, özellikle polisin keyfi müdahalesi sonucu bir yurttaşın yaşamını yitirmesi, ülke genelinde haklı ve meşru tepkileri doğurdu. Bu kapsamda KESK Şubeler Platformu çağrısı ile Ankara'daki bir çok saygın demokratik kitle örgütü, dernek, sendika ve meslek örgütü de, aynı gün (31.05.2011 tarihinde) akşam saatlerinde Ankara'da Kocatepe semtinde bulunan AKP İl Başkanlığı binası önünde bir basın açıklaması gerçekleştirmek ve yaşam hakkına yönelen şiddeti kınamak adına parti binasına bir siyah çelenk bırakmak istedi.
Ancak kolluk güçleri, bu demokratik etkinliğe izin vermedi ve devamında AKP İl Başkanlığı binası önüne gitmek isteyen kitleyi, gaz bombaları ile zor kullanarak dağıttı. Kızılay ve civarına yayılan olaylarda onlarca kişi yaralanırken, 3 tanesi avukat olmak üzere 54 kişi de polis tarafından gözaltına alındı. Gözaltında bu kişilere saatlerce şiddet uygulanmış olması ve işkenceye maruz kalmaları halen ayrı bir soruşturmanın da konusu.
Akşam saatlerinde ise, gözaltına alınan müvekkillerine hukuki destek sunmak isteyen avukatlara ve gözaltındaki çocuklarını görmek isteyen ailelere, olaylarla ilgili soruşturmanın Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından bir "terör örgütü" soruşturması olarak yürütüldüğü bilgisi verildi.
Kamuoyunda "Ankara Hopa Davası" olarak bilinen davanın doğuş öyküsü ve dayandığı maddi olay işte budur.
İddianame ve Dava
Yukarıda aktarılan olay sonrasında Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma, ev baskınları ve gözaltılar ile dört ay boyunca sürdü. Sonuçta özel yetkili savcılık, 30.09.2011 tarih ve 79nolu iddianamesi ile toplam 28 kişi hakkında bir kamu davası açtı.
Toplam 84 sayfalık bu iddianamede özel yetkili savcılık, peşinen bir "kanunsuz eylem" olarak nitelediği AKP İl Başkanlığı binası önünde gerçekleştirilmek istenen etkinlik ve devamındaki olaylar kapsamında sanıkların yolları trafiğe kapatarak kolluk güçlerine saldırdığı, kimi polislere ve polis araçlarına zarar verdiğini dile getirerek; sanıklar hakkında, "silahlı terör örgütüne üye olmak" ve "terör örgütü propagandası" yapmak suçlarından, ayrıca "kasten yaralama", "kamu malına zarar verme", "görevi yaptırmamak için direnme" ve "2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefet etme" suçlarından da ceza talep edilmektedir.
İddianamede, yukarıda aktarılan suçlamalarla 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında her sanığa yöneltilmiş sevk maddelerinde ve bu maddelerde öngörülen ceza miktarlarında kimi farklılıklar olmakla birlikte, genel olarak her bir sanık için 17 yıldan 52 yıla kadar hapis cezası talep edildiğini söylenebilir.
Sanıkların büyük çoğunluğu henüz 20’li yaşlarında bulunan üniversite öğrencileridir. Bu arada sanıklardan 22’si, anılan soruşturma ve iddialar nedeniyle yaklaşık 5 aydır tutuklu bulunmaktadır. (En son tutuklanan bir diğer kişi 9 Aralık dosyasında yer almamaktadır)
İddianamenin kabulü kararı ile açılmış bulunan ceza davası ise, Ankara Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 2011/137 Esas nosu ile görülecektir. Tutukluluk durumlarının devamı yolunda ara karar veren Mahkeme, davanın ilk duruşmasının 09.12.2011 tarihinde saat 10.00’da yapılmasına karar vermiştir.

Suçlamaların Dayanakları
Kolaylıkla söylenebilir ki davaya konu suçlamalar, asıl olarak "AKP'ye karşı muhalefet etmek" ve "sol görüşlü olmak" kapsamındadır.
Öte yandan bu dava, siyasal iktidara bağımlı ve yanlı "siyasallaşmış olağanüstü yargı organları" olarak öncelikle hukuk vicdanında mahkum edilmiş bulunan "Devlet Güvenlik Mahkemeleri"nin (DGM) karakteristik özelliklerinin ve geleneklerinin, şimdi CMK m. 250 ile "özel yetkili" kılınmış yargı mercileri tarafından devralındığını ve sürdürüldüğünü, haklı ve yerinde bir tespit olarak ortaya koymaktadır.
Bu açıdan, davada göze çarpan kimi olguları şöyle sıralayabiliriz;
     -Geçmişte DGM yargısının bilinen karakteristik bir özelliği olan "kolluk ne derse doğru der" yaklaşımının, bu iddianame ve dava dosyasında da karşımıza çıktığı görülmektedir. Denebilir ki, özel yetkili savcılığın sanıklara yönelttiği suçlamaların ve genel olarak kimi tespit ve kabullerinin yegane dayanağı, emniyetin dosyaya sunduğu "bilgi notları"dır. Ortada, iddiaları destekleyecek hukuki anlamıyla "maddi kanıtlar" yerine, adına "bilgi notu" denen kimi "kanaat yazıları" bulunmaktadır. Kimler tarafından yazıldığı ve sunulduğu dahi belli olmayan, bir imza sahibi bile bulunmayan söz konusu bilgi notlarında emniyetin "bu teröristtir", "bu terör örgütüdür" ve "bu da terör örgütü güdümündedir" dediği her kişi ve kurum, iddianamede aynen bu suçlamalarla yer bulmuş durumdadır.
     -Bir "silahlı terör örgütü" davasında ortada "silah" mevcudiyeti aramak, hukuktan öte mantığın gereği olsa da; plastik flama sopalarıyla bir adet şemsiye dışında kolluk tarafından bu yolda bir kanıtın savcılığa sunulmadığı görülmektedir. Ancak ardı ardına ev baskınları düzenleyen kolluk, iddia makamını kanıt konusunda rahatlatmak adına olsa gerek, o bastığı evlerde bolca kitap, dergi, gazete bulmuş ve bunlara el koyup, hatta elinden geldiğince de bunları okuyup, kendince sakıncalı hususları yazıya dökmüş bulunmaktadır. Kolluğa göre bir kısmı hakkında geçmiş tarihli toplatma kararları da bulunan bu basılı eserler, en azından sanıkların "sol görüşlü" olduğuna dair yeterli bir kanıt teşkil etmektedir. Ancak sözü edilen bir kısım toplatma kararları dahi, bütün sanıklar açısından henüz okuma-yazmayı öğrenmedikleri ve hatta doğmadıkları yıllar öncesine, neredeyse 1970’li yıllara dayanmakta olup, öncelikle ceza yasalarında gerçekleşen değişikliklerle birlikte hukukiliklerini ve varlıklarını yitirmiş bulunmaktadırlar. Ancak savcılık, bu yolda bir araştırma yapma, en azından mantık yürütme çabasına dahi girmemiş ve kolluğun bu tespitlerini aynen iddianameye almıştır.
     -Sanıklar aleyhinde sunulan sözde kanıtların diğer kısmının ise, ağırlıklı olarak davaya konu (ancak kolluğun keyfi engellenmesi ile gerçekleştiremedikleri) basın açıklamasında yer alışlarına ve buradaki hal ve hareketlerine dair olduğu görülmektedir. İddia odur ki, bu basın açıklaması teşebbüsünde sanıklar, siyasi iktidar (AKP) aleyhine ve/veya kimi siyasi örgütler lehine sloganlar atmışlar, üstelik kolluk güçlerine ve kolluk araçlarına taş ve sopalarla saldırmışlardır. Bu iddiayı desteklemek amacıyla çokça fotoğraf, video kaydı vb. kolluk tarafından dosyaya sunulmuş, kimi sanıklar aleyhinde ise tek yanlı teşhis ve tespit işlemleri yapılmış bulunmaktadır. Ancak bu iddialar ve dayanak görsel malzemeler, sanıklar tarafından kabul edilmediği ve tanıklar tarafından doğrulanmadığı gibi, doğrudan "terör örgütü üyeliği" suçlaması ile nasıl bağdaştırıldığını anlamak güçtür.
     -5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Yasası, Cumhuriyet savcılarının yürüttükleri bir soruşturmada aynı zamanda şüpheli lehine kanıtları toplamakla ve şüphelinin haklarını korumakla da yükümlü olduğunu düzenlemektedir. Ancak özel yetkili savcılık, davaya esas teşkil eden birçok maddi konuda en azından bir soru sorma, araştırma yapma gereği dahi duymamıştır. Ancak, savcılık tarafından gerek duyulmasa da en azından insan merakının doğası gereği sormak, sorgulamak gerekir; özünde şiddet içermeyen barışçıl ve demokratik bir etkinlik neden bu noktaya evrilmiştir?  Birçok saygın dernek, sendika ve meslek örgütü öncülüğünde AKP İl Başkanlığı binası önünde gerçekleştirilmek istenen bir basın açıklamasının ve binaya siyah çelenk koyma isteğinin kolluk tarafından engellenmesini haklı ve hukuki kılan olgular nelerdir? Ülkenin yurttaşları ve sivil kurumları, iktidarda olan partinin kimi icraatlarına, iktidarda olan partinin binaları önünde tepki gösteremeyecek, buralarda karşı söz ve düşünce açıklamasında bulunamayacak ise, ülke yönetimine ve siyasal yaşama başka nerede ve hangi araçlarla katılımda bulunabilecektir? Aynı şekilde, söz konusu etkinliğe polisin izin vermemesi ve devamında zor kullanarak müdahale etmesi sonucu ciddi biçimde yaralanan, gözaltına alınışta ve gözaltı sürecinde işkence ve kötü muameleye maruz kalan, bu açından gerçekte olayın (davanın) sanığı değil mağduru olması gereken sanıkların haklı yakınma, şikayet ve ihbarları dikkate alınmamış, bu yolda bir kanıt toplama çabası gerçekleştirilmemiştir.
     -Yukarıda değinilen keyfiyetin en çarpıcı sonucu ise, aynı zamanda Halkevleri yöneticisi olan Dilşat Aktaş adlı bir genç kadını aynı basın açıklaması teşebbüsü esnasında Kızılay'ın göbeğinde darp ve işkence eden, kalça kemiğini kırıp nihayetinde öldüğünü sanarak oracıkta yol ortasında bırakan, halen de haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ayrı bir soruşturma yürütülen kolluk mensuplarının, nedense hala tespit edilememiş olmasıdır. Her nedense, sanıkları gören yüzlerce fotoğraf makinesi ve mobese kamerası, o anda bu işkence suçun faillerinin tespiti açısından işlevsiz kalıvermiştir. 
     -İddianamede özel yetkili savcılık; terör olgusunun ve terör eylemlerinin, insan hak ve özgürlükleri ile demokrasiye ve hukuk devletine yönelmiş ciddi bir tehdit olduğuna vurgu yapılmaktadır. Savcılığın ifadesi ile "Demokratik düzen veya demokrasi, uygar bir toplumun niteliği ise, terör eylemleri de demokratik toplum düzeninin düşmanıdır". Peki; ülke yurttaşlarının ve kuruluşlarının, hiç bir engelleme, yasaklama ve şiddet tehdidi olmaksızın ülke yöneticilerini ve icraatlarını eleştirme, protesto etme, karşı söz ve düşünce açıklamasında bulunma hakkı, demokrasinin değil de monarşinin tanıdığı bir hak mıdır ? Karadeniz'in küçük bir ilçesinde bir yurttaş, iktidarda bulunan partinin genel başkanı ve başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'a tepki ve talepler iletme çabasının bedelini yaşamı ile ödemiştir. Ankara'daki yurttaşların da bu nedenle kendilerini huzur ve güvende hissetmemeleri, doğrudan yaşam haklarının tehdit altında olduğunu duyumsamaları ve bu nedenle de, iktidar partisini kendi binası önünde söz ve düşünce açıklaması yolu ile kınamak istemeleri son derece doğal ve haklı değil midir? Demokrasi ile hak ve özgürlükler, yalnızca iktidar partisi mensupları ait bir ayrıcalık mıdır?
Halkevleri Aleyhindeki İddialar
İddianame ve dava, ülkemiz siyasal yaşamına ve demokratik toplum düzenine yönelmiş çok daha ağır bir keyfiyeti de barındırmakta ve iddianamede, 79 yıllık bir tarihe sahip bulunan yani neredeyse Cumhuriyet tarihimizle yaşıt olan Halkevleri de, doğrudan hedef alınmakta ve "yasadışı silahlı terör örgütü güdümünde faaliyet göstermek" ile suçlanmaktadır.
Halkevleri Derneği hakkında dile getirilen "yasadışı silahlı terör örgütü güdümünde faaliyet gösterdiği" yolundaki iddia, bu derneğin bilinen konumu ve çalışmaları ile özellikle siyasal İslamcı gruplar ve AKP iktidarı tarafından uzun süredir hedef alınmasının, nitekim Fettullah Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen Zaman Gazetesi tarafından 2004 yılında "terör örgütü yuvası" olarak niteleyen yanlı haberlere konu yapılmasının, bu gün ulaştığı son nokta olsa gerektir. Nitekim, bu yılın Nisan ayında derneğin "kamuya yararlı dernek statüsü" de AKP hükümeti tarafından kaldırılmıştır ve bu gelişme de iddianamede yer almaktadır.
Ancak iddia makamının bilmediği; Zaman Gazetesi'nin söz konusu haberinin Halkevleri tarafından yargıya taşındığı ve haberdeki isnatlar yargı tarafından haksız ve mesnetsiz bulunarak gazetenin tazminata mahkum olduğu, üstelik 2006 yılından sonra İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri tarafından dernek hakkında gerçekleştirilen ve bir anlamda fiili bir baskı olarak yaşama geçirilen sıkı denetlemelerde bu yolda -yani terör örgütleri ile ilişki vb.- bir tespitte bulunulmadığıdır. Derneğin "kamuya yararlı dernek statüsü"nün Bakanlar Kurulu'nun 04.04.2011 tarih ve 2011/1797 sayılı kararı ile kaldırılmasının gerekçesi ise, özel yetkili savcılığın iddiası ile uzaktan yakından alakalı olmayıp, derneğin gelirlerinin ve mal varlığının kamuya yararlı dernek statüsü için yeterli görülmemesi, yani Halkevleri'nin yoksul bir kuruluş olması, bir başka ifade ile Deniz Feneri vb. kadar zengin/varlıklı olmamasıdır.
Aslında özel yetkili savcılık, böylesi haksız ve ağır bir suçlama ile; hem Halkevleri'ni neredeyse üç yıl boyunca denetleyen, derneğin her evrakını, mekanını ve hatta üyelerini didik didik inceleyen mülkiye müfettişlerini; hem de Halkevleri'nin kamuya yararlı dernek statüsünü kaldırmanın gerekçesi olarak yalnızca derneğin gelirlerinin azlığını bulabilen Bakanlar Kurulu'nu, en azından saf yerine koymuş bulunmaktadır. Öyle ya, devletin en yetkili kişi ve kurumlarının yıllardır göremediğini, sözü geçen bilgi notunu emniyette hazırlayan bir iki polis memuru ile onlara körü körüne inanan bir savcı görüvermiştir.
Öğrenci Kolektifleri Aleyhindeki iddialar
"Öğrenci Kolektifleri" ise, yine iddianamede "yasadışı silahlı terör örgütü güdümünde faaliyet gösteren" bir siyasal yapı olarak sunuluyor. Oysa "Öğrenci Kolektifleri", ülkenin dört bir yanındaki üniversite öğrencileri tarafından, bağımsız bir birliktelik ve özgün bir dayanışma zemini olarak, üniversite eğitimi gören gençlerimizin aydın, çağdaş bireyler ve aynı zamanda ülkesine ve halkına duyarlı yurttaşlar olmalarının bir gereği ve anlamı olarak oluşturuldu. Başta eğitimin piyasalaştırılması/paralı hale getirilmesi ve aynı zamanda bilimsel, çağdaş içeriğinden yoksun kılınması (gericileştirilmesi) uygulamalarına, öte yandan ülkemizin yaşadığı bir çok temel toplumsal soruna karşı da, demokratik bir gençlik muhalefetinin başlıca zemini, üniversite gençliğinin üniversite yönetimine ve siyasal-toplumsal yaşama katılımının meşru bir aracı oldu.   
"Öğrenci Kolektifleri"; bilim, kültür, sanat alanında gerçekleştirdiği çalışmalar ve sergilediği muhalefet eylemlerinde, bir "silah" olarak yalnızca düşünceyi ve dayanışmayı kullandı. Tabi bir de "yumurtayı" !
İktidar partisi mensuplarına yönelik yumurtalı protestolar, gençliğin yok sayıldığı ve geleceksiz kılındığı bir ülkede öncelikle bir farkındalık yaratmanın, aynı zamanda bilinçli birer yurttaş olarak olup bitenlere karşı sesiz ve suskun kalmamanın, meşru ve biraz da mizahi ifadesi olsa gerektir.
Ancak, yumurtadan bir silahlı terör örgütü çıkarma konusundaki hayal gücü yüksek çaba, şimdi Ankara Özel Yetkili Savcılığı'nın anılan iddianamesinde ve bu davada somutlaşmıştır.
Özel yetkili savcılık, Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri aleyhindeki bu asılsız ve hukuksuz suçlamaları ile, sanıklardan bir kısmının aynı zamanda bu derneğin veya Öğrenci Kolektifleri'nin üyesi olmalarını, "terör örgütü üyesi olma" suçlamasına peşinen dayanak kılma çabasındadır.  
Sonuç Olarak
İddianame ve açılan dava, gerçekte bir siyasi önyargı ve tahammülsüzlüğe dayandığı, baştan sona bir "siyasi dava" nitelendirmesini hak ettiği için, iddiayı doğru anlamak ve değerlendirmek adına öncelikle, kimi siyasal olgu ve tespitlere birlikte ele alınmalıdır. Bu açıdan ülkemiz siyasal yaşamının, yaklaşık 10 yıldır iktidarda bulunan AKP'nin devlet erkleri içinde giderek daha da fazla kadrolaştığı ve giderek en ufak bir muhalefete dahi tahammül gösteremediği, başta genel başkanı/başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere parti kadrolarının giderek kendilerini daha fazla eleştirilmez ve dokunulmaz gördükleri bir sürece evrildiği de dikkatlerden kaçmamalıdır.
AKP'nin varlığına ve icraatlarına toplum içinden yönelen eleştiri ve tepkilere, düne kadar karşı eleştiri ve tepkilerle yanıt verme biçimi, giderek "iktidar olmanın olanakları" ile daha da fazla donanmaktadır. Düne kadar söze söz ile, yazıya yazı ile verilen yanıt; şimdi kolluk ve yargı eli ile, üstelik ülkemizin darbe dönemlerini dahi aratacak bir baskı ve zor eli ile verilmektedir. Denebilir ki, her siyasal iktidar bunu yapar ve bunu yapması, onun iktidar olmasının bir gereği ve doğasıdır. Ancak bu sözü ne kadar fazla söylersek; demokrasi, insan hakları ve adalet arayışının da o denli uzağına düşeceğimiz, yine bilinen bir gerçektir.
AKP'yi ve icraatlarını eleştirmenin, siyasi iktidara muhalefet etmenin halk nezdindeki bedelleri de, her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. Değinildiği üzere, bunu yakın zamanda en acı biçimde tecrübe eden, şüphesiz Hopa halkı olmuş; doğrudan polisin keyfi müdahalesinin bir sonucu olarak Metin Lokumcu adlı bir emekli öğretmen yaşamını yitirmiştir. Devamında, ilçedeki onlarca kişi gözaltına alınmış, tutuklanmış, ağır ve haksız ithamlarla yargılanmıştır. Bu süreçte siyasi iktidar tarafından kullanılan temel enstrüman ise yine bir "özel yetkili" yargı mercii, "Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı" olmuştur.
Şimdi bu dava da, kanımızca işte bu sürecin bir parçasıdır. Nitekim ele aldığımız Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'nın iddianamesi de, Hopa'da yaşanan gelişmelere kısa bir değinme ile başlamaktadır.
İşte bu nedenlerle kolaylıkla söylenebilir ki, davaya konu suçlamalar, asıl olarak "AKP'ye karşı muhalefet etmek" ve "sol görüşlü olmak" kapsamındadır.





Copyright 2011 http://haklaryargilanamaz.blogspot.com/ All rights reserved Designed by HAKLAR YARGILANAMAZ